Elektrik, durağan ya da devingen yüklü parçacıkların yol açtığı fiziksel olgudur. elektrik yükü, maddenin ana niteliklerinden biridir ve temel parçacıklardan kaynaklanır. elektrik olgusunda rol oynayan temel parçacık yükü, negatif işaretli olan elektrondur. elektriksel olgular çok sayıda elektronun bir yerde birikmesiyle ya da bir yerden başka yere hareket etmesiyle ortaya çıkar. elektrik olgusunda rol oynayan diğer parçacık yükü, pozitif işaretli olan protondur.elektrik yüklü cisimler mıknatıs gibidir: negatif ve pozitif yüklü cisimler birbirini çeker, ama aynı elektrikle yüklü olan iki cins birbirini iter. elektrik insanoğluna, son derece kullanışlı bir enerji çeşidi sağlamıştır. Isınma, aydınlanma, haberleşme gibi amaçlarla, ayrıca makinelerde ve elektronik alanında büyük ölçüde elektrikten yararlanılmaktadır. elektrik TARİHİEski Yunanlılar, kehribarın bir kürk parçasına sürtülmesi sonucunda kuştüyü gibi hafif cisimleri çekme özelliği kazandığını gözlemlemişlerdi. Elektriği ilk olarak ciddi anlamda inceleyen bilim adamı William Gilbert, 16. yüzyılın sonlarında, statik elektrikle magnetizma arasındaki ilişki üzerinde araştırmalar yaptı. elektrikyüklerinin eksi ve artı olarak belirlenip adlandırılmasına da gerçekleştirdi. 1767 de Joseph Priestley, elektrik yüklerinin birbirlerini, aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak çektiklerini buldu. 19. yüzyılın başında Alessandro Volta, elektrik pilini icat etti. Davy, 1808 de elektrik akımı taşıyan iki kömür elektrotu birbirinden ayırarak bir ark oluşturmayı başardı. Ve böylece elektriğin ışık ya da ısı enerjisine dönüşebileceğini gösterdi. 1820 de Hans Christian Orsted, içinden elektrik akımı geçen bir iletkenin yakınındaki bir mıknatıs iğnesinin saptığını gözlemleyerek, elektrik akımının iletken çevresinde bir magnetik alan oluşturduğu sonucuna vardı. Elektriğin laboratuar duvarlarını aşıp sanayideki ve günlük yaşamdaki yerini alması süreci 19. yüzyılın ikinci yarısında başladı. 1873 te Zénobe-Théopline Gramme, elektrik enerjisinin havai hatlar aracılığıyla etkin bir biçimde iletilebileceğini gösterdi. A. Edisonın 1881 de ilk elektrik üretim merkeziyle dağıtım şebekesini New Yorkta kurması ,elektrik enerjisinin evlerde ve sanayide yaygın olarak kullanılmasının başlangıcı oldu . Elektronun bulunması, diyotun ve triyot lambanın icadı, elektroniğin ayrı bir bilim dalı olarak gelişmesinin başlangıcı oldu elektrik AKIMIYüklü temel parçacıklar (- yüklü elektronlar ve + yüklü protonlar), iyonlar (bir ya da daha çok elektron yitirmiş ya da kazanmış atomlar) ve delikler (artı yüklü parçacık olarak düşünülebilen elektron eksikliği) gibi elektrik yükü taşıyıcılarının devinimlerinin ortak adı. elektrik yükünün elektronlarca taşındığı bir tel içinde ki akım , birim zamanda telin herhangi bir noktasından geçen yük miktarının ölçüsüdür elektrik DEVRESİelektrik akımının iletilmesini sağlayan, iletken ya da iletkenler zinciri ve öğeler dizisidir. Bir elektrik devresinde, akımı oluşturan yüklü parçacıklara enerji veren pil ya da üreteç türü bir aygıt ile lambalar; elektrik motoru ya da elektronik bilgisayar gibi akım kullanan aygıtlar ve bağlantı telleri ya da iletim hatları bulunur. Öğeler birbiri ardına (seri) ya da yan yana (paralel) bağılıdır Ülkemizde yerleşim alanları üstünden geçen ve zaman zaman evlerin çok yakınlarına kadar gelen yüksek gerilim hatları başka bir tehlike kaynağıdır. Bu gibi yerlerde televizyon antenlerin düzeltilmesi için dama çıkılması başlı başına ayrı bir tehlikedir. Çocukların uçurtmalarını almak için bir sopayla tellere dokunmaya kalkışmaları ölümle sonuçlanan kazalara yol açmaktadır. Bu hatlara 20 m. den daha yakına gelmek son derece tehlikelidir. elektrik birimleri Bir elektrik hattında, iletkenlerden bir tanesi ötekine oranla daha çok elektrik yüklüdür: aradaki fark, volt olarak ölçülen gerilimi meydana getirir. Akımın amper olarak ölçülen şiddeti, hattın belirli bir noktasından geçen elektron sayısıdır. Güç, duruma göre üretilen veya tüketilen bir çeşit enerji miktarıdır. Watt olarak ifade edilen bu güç, şiddetle gerilimin çarpımından elde edilir İletkenlik özellikleri nedeniyle elektrik akımını bir yerden başka bir yere taşımaya elverişli olan maddelerdir. Bunlar hemen her zaman, kablolar ya da teller şeklinde kullanılır. En iyi elektrik iletkeni gümüştür; ancak parasal nedenlerden ötürü neredeyse her zaman bakırdan yararlanılır. elektrik üretici Buhar türbini, hidrolik türbin ya da içten yanmalı bir motor tarafından üretilen mekanik enerjiyi elektrik enerjisine çeviren makinelerin ortak adıdır. elektrik yükü elektrik akımlarında akan ya da metal olmayan iki farklı cismin birbirine sürtülmesi durumunda cisimlerin yüzeyinde biriken elektrik miktarıdır. elektrik motoru elektrik enerjisini mekanik enerjiye dönüştüren makinedir.Bu dönüşümün tersini gerçekleştiren, bir başka deyişle mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren makineler ise elektrik üreteci olarak anılır. dagıtım elektrik enerjisinin büyük üstünlüğü, bir kablo şebekesiyle yüksek geriliminde taşınabilme ve dağıtılma kolaylığıdır, çünkü gerilim ne kadar yüksek olursa elektrik en az kayıp o kadar uzağa taşınabilir. Bugünkü yüksek gerilim hatları 765000 volta ulaşır. Akım, abonelere dağıtılmadan önce, onu alçak gerilimli (110 ve 220 volt) akıma dönüştürecek transformatörlerden geçirilir. Saate, güne veya mevsime göre, enerjisi fazla olan şebeke, enerjisi az olanı besleyebilsin diye, çeşitli bölgelerin elektrik şebekeleri birbirine bağlanır. Günümüzde, doğal enerji kaynakları kıt olan ülkelerde nükleer elektrik santralleri yapma eğilimi vardır. Ama bunlar da ciddi tehlikeler doğurmaktadır. Bu yüzden şimdi güneş enerjisinden yararlanmak için projeler yapılmaktadır
ads
2 Ekim 2011 Pazar
Elektrik nedir - Elektriğin kulalnım alanları - Elektrik Enerjisi
Tanzimat edebiyatının başlıca özellikleri nelerdir?
TANZİMAT EDEBİYATI 'NIN GENELÖZELLİKLERİ
Tanzimat edebiyatı, Batı kültürüyle yetişen kimselerin Tanzimat devrinde Batı edebiyatını örnek tutarak meydana getirdikleri edebiyattır.
Bu edebiyat siyasî Tanzimat’ın ilânından yirmi yıl kadar sonra 1860’ta, Şinasi’nin Agâh Efendi ile birlikte Tercümân-ı Ahvâl gazetesini çıkarmalarıyla başlamış, 1895’e kadar sürmüştür.
Tanzimat edebiyatının başlıca özellikleri şu noktalar üzerinde toplanabilir:
a. Tanzimat edebiyatı sanatçıları, Divan edebiyatında bulunan şiir, tarih, mektup, v.b gibi edebiyat türlerini Batı anlayışına göre yenileştirmişler; ayrıca, Divan edebiyatında hiç bulunmayan makale, tiyatro, roman, hikaye, anı, eleştirme, v.b. gibi yeni edebiyat türleri getirmişlerdir.
b. Tanzimat edebiyatının özellikle ilk devirlerinde yetişen sanatçıların çoğu (Ziya Paşa, Namık Kemal, v.b...) Montesquieu, Rousseau, Voltaire, v.b. gibi Fransız devrimci yazarlarının etkisi altında kalarak, makale ve şiirlerinde zulme, haksızlığa, hırsızlığa. geriliğe karşı şiddetli bir dille mücadeleye girişmişler; vatan, millet, hürriyet. hak, adalet, kanun, meşrutiyet. v.b. gibi kavramları memlekete yaymaya çalışmışlar, “toplum için sanat” anlayışını benimsemişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen sanatçılar ise (Recai-zâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hâmit, Sami Paşa-zâde Sezai v.b.) toplum işlerine daha az karışmışlar, “sanat için sanat” anlayışını benimser görünmüşlerdir.
c. Çoğu Fransız edebiyatını örnek olarak alan bu sanatçıların bir kısmı Klasisizm (Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Ali Bey, v.b.).bir kısmı da Realizm (Recai-zâde Mahmut Ekrem, Sami Paşa¬zâde Sezai, Nabi-zâde Nâzım, v.b.) akımlarının etkisi altında eserler vermişlerdir.
ç. Tanzimat edebiyatı, Divan edebiyatının tersine olarak, seçkin kişiler için değil, halk için meydana getirilen bir edebiyat olmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bu görüşü benimseyen sanatçılar (Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ali Bey, v.b.) özellikle makale, tiyatro, anı, kısmen de roman türlerinde bu yolda eserler vermişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen bazı sanatçılar ise (Recai-zâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, v.b.) bu amaçtan uzaklaşmış görünmektedirler.
d. Bu görüşün bir sonucu olarak, dilin sadeleşmesi, konuşma dilinin yazı dili haline gelmesi düşüncesi savunulmuştur. Tanzimat edebiyatının başlıca sanatçıları (Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ahmet Cevdet Paşa, Şemseddin Sami, v.b.) dil konusunda böyle düşünmekle birlikte, hiçbiri eski alışkanlıklarından kurtulup da büsbütün konuşma diliyle yazmış değildir. Sade dil, daha çok, tiyatro; anı, mektup, bir dereceye kadar da makale ve romanlarda kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen sanatçıların bir kısmı ise ( Recai-zâde Mahmut Ekrem, Sami Paşa-zâde Sezai, özellikle Abdülhak Hamit) konuşma dilinden epey uzaklaşmışlardır.
e. Tanzimat edebiyatında en önemli yenilik, nesirde, anlatımın kuruluşunda görülmüştür. Bu edebiyatta söz hüneri göstermek değil, birtakım düşünceleri halka yaymak amacı güdüldüğünden, “seci” ler atılmış, asıl düşünce ile ilgisi bulunmayan doldurma sözlere yer verilmemiş, düşünceler sayfalarca süren uzun cümleler yerine kısa cümlelerle anlatılmaya çalışılmıştır.
f. Tanzimat edebiyatı nazmında şiirin konusu genişletilmiş, günlük hayatla ilgili her türlü olay, duygu ve düşünce şiir konusu olarak seçilmiştir;
İlk zamanlarda Divan edebiyatı nazım biçimlerinin dışına pek çıkılmamış, yeni düşünceler eski biçimler içinde söylenmiş (Ziya Paşa, Namık Kemal v.b.) ise de sonraları eski biçimler büsbütün bırakılarak yeni biçimler kullanılmaya başlanmıştır (Recai-zâde Mahmut Ekrem, özellikle Abdülhak Hamit, v,b.) ; yeni nazım biçimleri ilkin Fransızca’dan yapılan manzum çevirilerde görülmüş, telif şiirlerde çok sonra kullanılmıştır; beyitlerin başlı başına birer bütün olmasıyla yetinilmeyip, bütün mısralar aralarında bir anlam bağı bulunmasına, Divan şiirindeki “parça güzelliği” anlayışı yer yine şiirin baştan sona kadar belli bir düşünce etrafında gelişmesine; yani “konu birliği” ne ve “bütün güzelliği” ne önem verilmiştir: genel olarak aruz vezni kullanılmakla birlikte, Türk’lerin tabiî ve ulusal vezninin hece vezni olduğu anlaşılmış, bu vezinle yazmaya tarafçılık edilmiş (Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Cevdet Paşa v.b), fakat bu istek geniş bir akım halini alamamış, sadece birkaç sanatçı (Ethem Pertev Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Abdülhak Hâmit, Recai-zâde Mahmut Ekrem v.b.) tarafından girişilen birkaç deneme ile yetinilmiştir.
Türkiyenin tarihi Eserleri - Türkiyede tarihi eserler
Tacettin Paşa (Kurşunlu) Camii
Çanaklı mahallesindedir. 1494 yılında yapılmıştır. 1945 depreminde tümüyle yıkılmıştır. 5 kubbeli son cemaat yeriyle 2 kubbeli ana mekandan oluşan özgün yapı sonradan düz çatı ile örtülmüştür. Ana mekanın yanlarındaki kubbeli zaviyeler özgündür. Ana mekanla zaviyeler arasındaki kemerli açıklıklar kapatılmıştır
Abdulgani (Namazgah) Camii
Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mehmet Paşa mahallesindedir. 1906 depreminde tamamen yıkılmış sadece minber ve mihrabı kalmıştır. Yıkılan caminin arsası üzerine mahalle sakinleri tarafından1915 yılında bir cami yaptırılmıştır.
Yörgüç Paşa Camii (Orta Camii)
Orta Cami mahallesi Kırımlı sokaktadır. Yörgüç Paşanın 1431 tarihli vakfiyesinden bu caminin masraflarını karşılayacak bir takım gelirler tayin ettiği anlaşılmaktadır.
Kale Camii
Taşkale mahallesindedir. 1659 yılında Köprülü Mehmet Paşanın eşi Ayşe Sultan tarafından yaptırılmıştır. Depremden fazla zarar görmediğinden orijinalliğini koruyabilmiştir. Üç kubbeli son cemaat yerinde ahşap oyma kapıyla ana mekana geçilir. Son cemaat yeri 1945’den sonra camekanla kapatılmıştır. Ahşap kapının sağında minareye açılan bir kapı solunda ise kadınlar mahfiline çıkan basamakların bulunduğu bir dehliz vardır. Kare planlı ana mekan oldukça yüksek bir kasnağa oturan kubbeyle örtülüdür.
Kubbe kasnağındaki üç vitraylı pencere sonradan yapılmıştır. Kadınlar mahfili ana mekanın kuzeyindedir. 7 köşeli mihrap nişi mukarnaslıdır. Yağlı boyalı mihrabın döşemesi altıgen ve yıldızlarla bezenmiştir. Kıvrık dal baklava çiçek bezemeli abanoz ağacından minber geç dönem özelliğindedir. Kubbedeki kalem işleri orijinal değildir. Tek şerefeli silindir gövdeli minare depremde yıkılmış yeniden yapılmıştır.
Taşhan
Ortacamii mahallesi 100. Yıl caddesi Taceddin Paşa sokağındadır. Eserin Geç Osmanlı döneminde yapıldığı bilinmektedir. İki katlı olarak inşa edilen Taşhan'da dolgu taş malzeme kullanılmıştır. Üç kapısı mevcuttur. Kapılardan biri kullanılmamaktadır. 2006 yılı içerisinde restorasyon çalışmalarına başlanacaktır.
Fazıl Ahmet Paşa Medresesi (Taş Medrese)
Fazıl Ahmet Paşa mahallesindedir. 1662 yılında Fazıl Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Çatısı kurşunla kaplı iken daha sonra kiremitle örtülmüştür. 1943 depreminde çatlamalar olmuşsa da restore edilmiştir. 1964 yılına kadar çeşitli amaçlarla kullanılan medrese bu tarihten itibaren Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaya başlandı. 1974 yılında çatısı bakırla kaplandı. Yapının içi ve dışında pembe Karacaviran taşı kullanılmıştır. Dilimli kurşun kaplı kubbelerin aralarında
tuğladan kare biçimli bacalar bulunmaktadır. Basık kemerli kapıdan aralarında medrese odalarının yer aldığı revaklı dikdörtgen avluya girilir. Kubbeli medrese odalarında ocak ve kitap rafları vardır. Kare planlı dershane-mescit kubbeyle örtülüdür. Kubbe kasnağındaki vitraylı pencereler sonradan yapılmıştır. 2002 yılında mahalli olanaklarla restorasyon çalışmalşarına başlanarak 2003 yılının şubat ayında bitirilmiştir.İç avludaki sütunların arası ahşap malzeme ve çerçeve ile kapatılarak geniş kapalı kullanım alanları kazanılmıştır. Boya badana yapılmış olup elektrik tesisatı yenilenmiş kaloriferli hale getirilmiş ve kapalı alanların tabanları laminant parke ile kaplanmıştır.
Kurt Köprü
Vezirköprü ilçesinin Tekkekıran köyüne 3 km. mesafede olan ve İstavroz çayı üzerinde yer alan Kurt Köprü bir yüksek ayak üzerine iki büyük sivri kemerli gözden oluşmuştur. İki kemer arasında ve yanlarında olmak üzere sivri kemerli pencere şeklinde toplam üç adet kemer bulunmaktadır. Çayın iki yamacına gelen kısım doğal kaya ve toprakla desteklenmiştir. Köprünün geçit kısmı düz olup diğer yerlerinde olduğu gibi bir hayli tahrifata uğramıştır. Köprü ayağı kalın paye şeklinde olup alt kısmında dikdörtgen beş adet dalgakıranı mevcuttur. Köprünün pencere görünümü küçük kemerlerin başlangıcına kadar
olan kısma yer yer Roma ve Bizans dönemine ait mezar stelleri ve mimari parçaları yer yer kesme taş yer yer de düzensiz taşlardan oluşan moloz taş örgü sistemindedir. Kemer başlangıçlarından itibaren 13.-14. yy.da sıkça görülen ve Bizans dönemi mimarisinde de rastlanan 3 sıra tuğla bir sıra kesme taştan oluşan sağlam bir örgü sistemi görülmektedir. Üç sıra tuğla bir sıra taş örgü sistemi ana kemer gözlerinde de tuğlaların dikine yerleştirilmiş şekliyle tekrarlanmıştır. Küçük kemerde ise tamamen tuğla malzeme kullanılmıştır.
Köprüdeki mimari tarz ve örgü sistemi incelendiğinde 13.-14. yy.da yapılmış olabileceği izlenimini vermektedir. Ancak aynı dönemde aynı yerde bir köprü olduğundan bahsedilmektedir. Köprüye 1 km. mesafede anik bir köprü kalıntısı daha mevcuttur. Antik köprünün tahrip olması sonucu ve 13. yy.da yapıldığı ve çeşitli onarımlarla bu güne kadar ulaştığı daha akla yakındır. Vezirköprü’nün Tekkekıran ve Havza’nın Kayabaşı (Tahna) köylerini birbirine bağlayan köprü küçük onarımlarla kullanılabilir hale gelebilecek niteliktedir.
Bedesten Ve Arasta
İlçe merkezindedir. Ayşe Hanımın babası Yusuf Ağanın H. 1160 yılında yaptırdığı bilinmektedir. İç ve dış bedesten olmak üzere iki bölümdür. Dört kapısı ve içinde 110 dükkan vardır. İç bedesten kervansaray olarak kullanılmıştır. Ayşe tarafından vakfedilmiştir. Arasta bölümü bedestenin çevresinde gelişmiştir. Dört yandan basık kemerli kapılarla girilen bedesten kare planlı dört kubbeyle örtülü bir yapıdır. Kubbeler duvarlara bitişik tuğla kemerlere oturtulur. Kemer pandantif ve kubbeler düzgün tuğla örgüsüyle güzel bir görünüm kazanmıştır. Ana kubbeyi taşıyan tuğla kemerin ortada dayandığı bölümde içeri girinti
yapan kare mekan küçük kubbeyle örtülüdür. Dışarıdan ana kubbeler arasında görülen bu bölüm dua kubbesidir. Yuvarlak kemerli kapılarla girilen arastanın kuzeyinde tonozlu dükkanlar yer alır. Bedestene bakan yüzdeki dükkanlar yer kazanmak amacıyla üçgen biçiminde yapılmıştır.
Çifte Hamam
Ganioğlu mahallesinde Hacıköy caddesi üzerindedir. 1660 yılında Ayşe Hanım tarafından vakfedilmiştir. Bedestenin (arastanın) güney duvarına bitişiktir. Giriş kapısı önüne içerisi görünmesin diye duvar örülmüştür. Kapıdan kubbeli soyunmalığa girilir. Ortasında sekizgen şadırvan bulunan soyunmalığın camekanlı bölümünde ayakkabı bulunan nişler vardır. Dikdörtgen planlı soğukluk geniş bir kemerle kubbeli kare mekana ayrılmıştır. Sıcaklık
ortada kubbeyle örtülü kare mekan ile haç planlı eyvandan oluşmaktadır. Kare mekanın ortasında sekizgen göbek taşı eyvanların arasındaki halvet odacıklarda ikişer kurna vardır. Hamamların ikisi de birbirine benzemektedir. Bir tarafı kadın bir tarafı da erkek olarak halen kullanmaktadır
Saat Kulesi
İlçe merkezindedir. 1906 yılında Abdülhamit devrinde Sivas valisi Reşat Akif Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1943 depreminde büyük hasar görmüş 1959 yılında tamiratı tamamlanmıştır. Dört taraflı saatleri çalışır durumdadır. Ayrıca Vezirköprü Kentsel Sit Alanı içerisinde sivil mimarlığa teşkil edecek bir çok Türk evi bulunmaktadır.
Namezgah Çeşmesi
Taşkale mahallesi Havza caddesi üzerinde bulunmaktadır. Namazgah caminin bitişiğindedir. Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Halen kullanılır durumdadır.
Kurşunlu - Taceddin Paşa Çeşmesi
Çanaklı mahallesi Taceddin sokağında bulunmaktadır. Kurşunlu caminin avlusundadır. Geç Osmanlı döneminde yapıldığı bilinmektedir.
Taceddin Paşa Hamamı
1491-1495 de Taceddin Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Şifa Hamamı
Mehmet Paşa Mahallesindedir. Mehmet Paşa tarafından ailesi için özel olarak yaptırıldığı söylenmektedir. Ahşap dikdörtgen soyunmalık sonradan eklenmiştir. Şadırvanlı kubbeli soğukluğun kuzeyinde tuvalet ve usturalık yan yanadır. İl halvet kare planlı sıcaklığın duvarlığı dikdörtgen nişlidir. Sıcaklığın doğusunda beşik tonozlu küçük bir mekan batısında başka bir halvet odacığı vardır. Halen çalışır durumdadır.
Ganioğlu Çeşmesi
Mehmet Paşa mahallesi Hacıköy caddesi üzerindedir. Geç Osmanlı döneminde yapıldığı bilinmektedir. Şu anda kullanılmamaktadır.
Kale Hamamı
Mehmet Paşa mahallesindedir. Kale Camine bitişiktir. Ayşe Hanım yaptırmıştır. Moloz taş malzeme ile yapılmıştır. Soyunmalık bölümündeki kubbesi dikkat çekicidir. Kesme taş ve tuğladan yapılmış kasnağın üstündeki kubbe ters dizilmiş kiremitlerle örtülüdür. Sivri kemerli kapıdan ortasında sekizgen şadırvanı olan soyunmalığa girilir. Soyunmalığı çeviren setlerin önünde ayakkabıların konulduğu nişler vardır. Soyunmalığın girişi beşik tonozlu diğer bölüm kubbe ile örtülüdür. Sıcaklık ortada kubbeli kare mekanı ile hac planlı eyvanlardan oluşur. Eyvanlar arasındaki halvet odacıkları kubbelidir. Halen kullanılmaktadır.
EsenKöy Kaya Mezerı
İlçeye 12 km uzaklıktaki Esenköy Zindankaya arkeolojik alanındadır. Yapı tekniği açısından Paflagon tipi mezardır. Üç sütun ve iki odadan oluşmaktadır. Demir Çağı eseridir. İlçenin en dikkate değer eserlerindendir. (Aşağıda en sağdaki fotoğrafta)
Ayrıca Vezirköprü Kentsel Sit Alanı içerisinde sivil mimarlığa örnek teşkil edecek bir çok Türk evi bulunmaktadır
Haritaların günlük ve sosyal yaşantıdaki kolaylıkları
Gündelik hayatın içinde, haritalarla eskiye kıyasla daha çok karşılaşıyor ve harita sözcüğünü daha çok duyuyoruz. Artık, tıp alanındaki gelişmeler haber verilirken, insan vücudunun haritasından, beynin haritasından, gen haritalarından; ekonomi-politik eylemlerle ilgili olarak da yol haritalarından söz edildiğine tanık oluyoruz. Haritaların, öteden beri karmaşık olanı basit bir şekilde ifade etme işlevinin değişik anlamlar kazanarak, yaygın bir şekilde kullanıldığını izliyoruz. Öte yandan, haritalar gündelik yaşamın içinde, bir yolculukta, bir gazete sayfasında ya da hava tahmin bültenlerinde sıkça karşımıza çıkmayı sürdürüyor.
Hayatın bu denli içine işlemiş "harita"nın ve haritacılığın öyküsü çok eski tarihlere kadar uzanmaktadır. M.Ö 2,200 yılında Mezopotamya'da Kerkük yakınlarındaki Nuzi'de bulunan bir kil tablet dünyanın bilinen ilk haritasıdır. Yaşanılan çevrenin yüzey şekilleriyle (balık pulları şeklinde resmedilen sıradağlar ve büyük olasılıkla "Fırat" olduğu düşünülen bir akarsu ile onun deltası) birlikte tasvir edildiği bu tablet avuç içine sığacak kadar küçüktür. Merakını gidermeye çevresinden başlayan insan, zamanla büyük bir çevrenin içinde olduğunu, 'dünya'yı fark ederek onu hayal etmeye ve çizgiler yoluyla tasvir etmeye başlamıştır. Uygarlık tarihi, hiç şüphesiz insan doğasının bir parçası olan merak ve düş gücü sayesinde yazılmıştır. Antik Çağ'da Anaxsimenes tarafından tazyikli havanın üzerinde tasvir edilen dünya olsun, Romalıların Orbis Terrarum dedikleri ve çevresinde okyanusların yer aldığı dairesel şekilli haritalar olsun, Orta Çağ'ın Tekerlek ya da TO haritaları olarak bilinen dinsel inançlarca şekillenen haritalar olsun, hemen hepsinde güçlü bir hayal yeteneği hemen hissedilmektedir. Kimi zaman bu haritalar, içerdikleri öykü ile mitolojileri etkilemiş, kimi zaman da mitolojiden ve dinlerden etkilenmiştir. Keşifler Çağı'nın haritalarında da çizimlerle canlandırılan pek çok efsaneye rastlanır. Geçmişin haritaları, resmedilen şatolarıyla, kaleleriyle, korkutucu yaratıkları ve hayvanlarıyla; Adem ile Havva'nın, cennetin, rüzgar vb. doğa olaylarının kaynağı olduğuna inanılan tanrısal figürleriyle, insanlara masalsı bir esin kaynağı olmuştur, aynı zamanda. Keşifler çağında İspanyol denizcilerin sevgilileri için, aşkları adına haritalara çizdikleri hayali adaları da eklersek, haritanın romantik düşlerle seyreden bir tarihçesi olduğu açıkça görülür.
Hiç şüphesiz, en etkileyici dünya haritalarından birisi de Piri Reis'e ait olandır. Ünlü denizcinin, 1513 yılında Gelibolu'da tamamladığı ceylan derisi üzerine çizili dünya haritasının bir bölümünü, çeşitli kitaplarda ya da Topkapı Sarayı'nda görme fırsatına erişenlerimiz olmuştur. En azından, eski on milyonluk ya da yeni onluk banknotların arka yüzünde yer alışıyla, birçoğumuzun mutlaka gözüne ilişmiştir. Piri Reis'in bu meşhur dünya haritasından en çok etkilenenlerden birisi de, Nazım Hikmet olmuştur. Sunay Akın'ın "Kız Kulesi'ndeki Kızılderili" adlı kitabında aktardığına göre, Piri Reis'in haritasındaki resimlerden etkilenen büyük ozan, 1960 yılında "Piri Reis'in Hartası" adlı şiiri yazmıştır:
Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına
Boyamış serin deniz sabahlarının renkleriyle.
Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına
Göz görmemiş, el değmemiş yıldız hevenkleriyle.
Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına
Varılan kıyılardan ayak basmamış kumsallara doğru
Hayırsız adalarla yeşil papağanların arasından
Billur köşklere giden yolu
Reis'in hartasında kıtalardan büyük boynuzlu balıklar
Ve timsah başlı maymunlar yanardağlardan iri
Reis'in hartasında yelkenliler yürek kadar
Ama balıklarla maymunlar yutamıyor yelkenlileri.
Yolculuk başlamaz yürek çağırmasa
Akıl yorulabilir, yılabilir, ama yüreğin sırtı gelmez yere.
Yelkenlilerle gidiliyor kosmosa
Piri Reis'in hartasında yüzen yürek kadar yelkenlilerle.
Haritaları yapanlar kadar onları seyre dalanlar arasında da, karaları, denizleri, ülkeleri ve onlara ait detayları izlerken, kendini düşler içinde bulanlar hep var olmuştur. Daha iyi ve yaşanabilir bir dünya tasarlayanların en büyük düşü, dünyanın giderek aşındırılan masalsı güzelliğinin yok edilmeden, herkesin masalı haline gelebilmesidir. Düşseverler önlerine açtıkları atlasları seyre dalarak Kavafis'in 'kent' şiirindeki "yeni bir ülke bulamazsın, başka denizler bulamazsın" diyen kışkırtıcı dizelerine karşın, belki de henüz bozulmamış bir terra incognita'yı (keşfedilmemiş topraklar) aramayı sürdürmektedir.
İnsanoğlunun macerasını bir kil tabletin üzerindeki çizgiden, uzayın, gezegenlerin haritasını çıkarmaya taşıyan güç insanlığın ortak düş gücüdür. Albert Einstein'ın sözleriyle, "Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür, düş gücü ise her yere."Düşler ve Haritalar
Yrd.Doç.Dr. Vedat Çalışkan
Çanakkale Onsekiz Mart üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü
Olay Hikayesi - Durum Hikayesi - Türk Ve Dünya Edebiyatı
Olay Hikayesi:
Öncüsü Fransız yazar Maupassant.Türk edebiyatında takipçisi ise Ömer Seyfettin'dir.Bu tarz hikayede önemli olan yer,zaman ve kişi üçlüsüne dikkat ederek olayları okuyucuya aktarmaktır.Olaylar tüm çıplaklığıyla okuyucuya aktarılmalıdır.
Durum hikayesi:
Öncüsü Rus yazar Çehov.Türk edebiyatında Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendan bu akımın takipçileridir.Hikayede asıl olan "olay" değildir. Hikaye, sona erdiği zaman her şey bitmiş değildir. Hikaye, asıl bundan sonra başlıyor demektir. Zira, kişiler tamamıyla tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur.
Yer kürenin ısı kaynağı nedir?
Güneş ışınları, Yer yüzeyine metre kare başına ortalama 1370 watt kadar enerji taşır. Bunun üçte birden biraz fazlası, çoğu atmosferden olmak üzere, yansıtılır. Geri kalan kısmı, atmosfer ve yer yüzeyinde soğurulduktan sonra yer kabuğu, okyanuslar, canlılar ve atmosferin değişik tabakalarının katıldığı karmaşık bir mekanizma ile yeniden kızılötesi ışınım şeklinde uzaya kaybedilir. Bu sistem içerisinde, yer yüzeyinin ortalama sıcaklığı 14oC civarında sabit kalır. Yer kürenin derinliklerine inildikçe artan sıcaklıkların nedeni ise gezegenin içindeki bir ısı kaynağıdır. Sondaj çalışmaları yardımıyla çeşitli derinliklerde yapılan sıcaklık ölçümleri ile yer kabuğunu oluşturan kayaların ısı iletkenliği bir arada değerlendirildiğinde yerküre derinliklerinden gelen ısı akımının 0,05-0,1 watt/m2 kadar olduğu hesaplanır. Güneşten aldıkları enerjinin kat kat fazlasını dışarı yayan gaz devleri ile karşılaştırıldığında çok küçük ölçekli olduğu anlaşılan bu ısı kaynağı, Yer'in güneşten aldığı enerjinin ancak 20.000'de biri düzeyinde olsa da gezegen merkezinde 5000oC'yi aşan sıcaklıkların sürdürülmesini sağlayabilmektedir.
Yer'in iç ısı kaynağının doğrudan gözlemlere dayanarak belirlenmesi mümkün olmasa da, eldeki verilerin birleştirilmesi sonucunda ortaya çıkan modeller, değişik mekanizmaların rollerinin belirlenmesine yardımcı olur:
- Yer'in oluşması sırasında ortaya çıkan ısı: Güneş Sistemi'nin oluştuğu dönemde, birleşerek yerküreyi meydana getiren çok sayıda küçük parçanın beraberlerinde getirdiği enerjidir. Parçacıklar, çarpışarak yavaşlamaları ile açığa çıkan kinetik enerjileri yanı sıra, yeni oluşan gezegenin kütleçekim gücü etkisiyle merkezi etrafında yoğunlaşmaları sırasında açığa çıkan potansiyel enerji sayesinde, sıvılaşma sıcaklığının çok üzerinde bir sıcaklığa ulaşmışlar, içlerindeki daha ağır bileşenler gezegenin merkezine doğru çökerken, hafif bileşenler yüzeye yakın bölgelerde kalmıştır. Bu çökme sırasında olduğu gibi, gezegenin büyüdükçe artan çekim nedeniyle sıkışarak küçülmesi sonucunda da bir miktar daha potansiyel enerji açığa çıkmıştır. 4,6-3,8 milyar yıllar arasında yoğun bir şekilde süren kozmik çarpışmaların, bu dönem içinde aralıklarla yeni ısı taşınmasına neden olduğu sanılmaktadır. 'Fosil ısı' olarak da adlandırılabilecek bu ısı, yerkürenin katmanlarının erken dönemdeki farklılaşmalarında birinci derecede sorumlu görülmekle birlikte, hesaplamalar, bilinen kayıp hızı ile bugüne dek önemini büyük ölçüde yitirmiş olması gerektiğini ortaya koymaktadır.
- İç çekirdeğin kristalizasyonu: Tam olarak kanıtlanmamış bir görüş, yer çekirdeğinin öncelikle homojen bir demir-nikel-oksijen-kükürt karışımı şeklinde ortaya çıktığını, sonradan bu sıvı ortam içinde demir ve nikelden oluşan iç çekirdeğin bir kristal gibi büyüyerek katı hale geçtiğini varsayar. Faz değiştirme sırasında ortaya çıkan ısı ve daha yoğun olan demirin derine doğru hareketi sırasında ortaya çıkan potansiyel enerji kuramsal olarak yerkürenin toplam enerjisine katkıda bulunmakla birlikte payının büyük olamayacağı sanılmaktadır.
- Gel git etkileri: Ay ve Güneş'in çekim etkilerinin Yer'in kendi çevresinde dönme düzeni üzerinde yaptığı değişiklikler iç gerilimler ve sürtünmelere neden olur. Jüpiter'in Galilei uydularının ısınmasında önemli rolü olan bu etkenin yerküre için birinci derecede bir ısı kaynağı olmadığı düşünülmektedir.
- Radyoaktif bozunma: Günümüzde yerkürenin önde gelen iç ısı kaynağının, gezegen bileşiminde bulunan radyoaktif elementlerin parçalanmasından ortaya çıkan enerji olduğu düşünülür. Bunların önde gelenleri uranyum, toryum, potasyum, rubidyum ve radon izotoplarıdır (238U, 235U, 232Th, 40K, 87Rb, 222Rn). Potasyumun izotoplarından 40K, Yer tarihinin erken dönemlerinde en önemli ısı kaynağı iken, yarı ömrünün kısa olması nedeniyle bugün payı azalmıştır.
Telgraf nedir - Nasıl Çalışır - Mors Alfabesi
TELGRAF NEDİR
Telgraf, iki merkez arasında, kararlaştırılmış işaretlerin yardımıyla yazılı haberlerin veya belgelerin iletimini sağlayan bir telekomünikasyon düzenidir
Fazla söze gerek yok. Telgraf kiminiz için bir nostalji artık. Günümüz iletişim teknolojisinin yanında telgraf sözü artık bizlere geçmişi hatırlatıyor galiba. Fazla değil, 100-130 sene öncesine gittiğinizi hayal edin. Şehirleri, insanları birbirine bağlayan yegane iletişim aracının telgraf olduğu bir zaman bu. Ne internet, ne televizyon ne de telefon var. Tabi ki o zamanlar mektuplar da bir iletişim aracıydı, ama telgraf ilk elektrik akımıyla çalışan iletişim aracı olarak tarihte yerini almıştır.
NASIL ÇALIŞIR?
Elektrikli telgraflar, bir verici, bir alıcı ve ikisi arasına çekilmiş elektrik hattından meydana gelir. Vericiye maniple denir. Maniple, telgraf şebekesindeki elektrik akımını açıp kapayan anahtarlardır. Manipleye basınca devre tamamlanır ve telgraf şebekesinden akım geçer.
Karşı tarafta ise alıcılar vardır. Alıcılar, elektro mıknatıs bobinlerden yapılmışlardır. Elektro mıknatısın karşısında ileri geri hareket edebilen madeni bir çubuk vardır. Bu çubuk elektro mıknatıstan akım geçtiği zaman hareket eder. Çubuğun ucundaki mürekkepli kalem bir kağıt şerit üzerine nokta (.) veya çizgi (-) şeklinde şekiller çizer.
Sesle çalışan alıcılar da vardır. Bunlar kağıt bir şeride yazı yazmak yerine, sert bir cisme vurarak tıkırtı çıkarırlar. Tecrübeli telgraf operatörleri , bu tıkırtıları dinleyerek mesajı çözerler. Burada kısa tıkırtı nokta (.), uzun tıkırtı çizgi (-) anlamına gelmektedir.
Mors alfabesi, kısa ve uzun işaretler (nokta ve çizgiler) kullanarak bilgi aktarılmasını sağlayan yöntem. 1832'de telgraf ile ilgilenmeye başlayan Samuel Morse tarafından 1835 yılında oluşturuldu. 1837'de kullanılmaya başladı. 1840 yılında patent için başvuruldu.
Mors alfabesi
Harfler
Harf
Kodu
Harf
Kodu
A
•–
N
–•
B
–•••
O
–––
C
–•–•
P
•––•
D
–••
Q
––•–
E
•
R
•–•
F
••–•
S
•••
G
––•
T
–
H
••••
U
••–
I
••
V
•••–
J
•–––
W
•––
K
–•–
X
–••–
L
•–••
Y
–•––
M
––
Z
––••
Sayılar
Sayı
Kodu
0
–––––
1
•–––
2
••–––
3
•••––
4
••••–
5
•••••
6
–••••
7
––•••
8
–––••
9
––––•
Noktalama işaretleri
İşaret
Kodu
Adı
.
•–•–•–
nokta
,
––••––
virgül
?
••––••
soru işareti
-
–••••–
tire
/
–••–•
taksim
Kaplıca ve Ilıca nedir - Kaplıcaların Yararları
Jeotermal kaynak... kısaca yer ısısı olup, yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu, kimyasallar içeren sıcak su, buhar ve gazlardır.
Kaplıca... Mineralize termal suların ve bunlara ait çamurların, banyo, içme, solunum yolu ile kullanılması, ayrıca iklim kürü, fizik tedavi, rehabilitasyon, mekanoterapi, beden eğitimi, masaj, psikoterapi, diyet vb. yan tedavilerle birleştirilmesi ile oluşturulan kür uygulamalarının uzman hekim denetiminde yapıldığı sağlık tesislerine kaplıca denilmektedir.
Ilıca... Madensuyunun yer yüzüne çıktığı kaynağa kaynarca, madensularından yararlanmak üzere kaynarcaların çevresinde kurulan tesislere de genel olarak ılıca denmektedir. Kaplıca da denilir.
Kaplıca sularının özellikleri
Şifalı su olarak kullanılabilen termomineral sular şu biçimde sınıflandırılabilir :
Termal Sular :
Doğal sıcaklıkları 20ºC üzerinde olan, litrelerinde 1 gr'ın altında çözünmüş mineral içeren sulardır. Bunlar Akratopegal Sular'dır.
Termomineral Sular :
Hem doğal sıcaklıkları 20ºC üzerinde olan hem de litrelerinde 1 gr'ın üzerinde çözünmüş mineral içeren sulardır. Bunlar Akratotermal Sular'dır.
Özel Termomineral Sular :
Bazı özel mineralleri belirli en az (eşik) değerlerin üzerinde içeren özel balneolojik sular da tanımlanmıştır :
Karbondioksitli Sular : 1 gr/lt üzerinde çözünmüş serbest CO2 içeren sular.
Tuzlu Sular : 1 gr/lt üzerinde tuz (Nacl) içeren sular.
Tuzlalar : 14 gr/lt üzerinde tuz (Nacl) içeren sular.
Radonlu Sular : 666 Bq/lt veya 18 nanocurie/lt üzerinde radon ışınımı içeren sular.
Radyumlu Sular : 10¯7 mg/lt üzerinde radyum ışınımı içeren sular.
Kükürtlü Sular : 1 mg/lt üzerinde -2 değerlikli kükürt içeren sular.
İyotlu sular : 1 mg/lt üzerinde iyot içeren sular.
Florürlü Sular : 1 mg/lt üzerinde florür içeren sular.
Demirli Sular : 20 mg/lt üzerinde +2 değerlikli demir içeren sular.
Arsenikli sular:
Çamurlu Sular ve Çamurlar :
Karma Sular :
Yukarıdaki sınıflandırmada herhangi bir özel su grubuna girmeyen termomineral sular karma sular olarak sınıflandırılırlar. Bu sularda en sık bulunan anyonlar klorür (Cl) sülfat (SO4¯) ve bikarbonat (HCO3¯) ve katyonlar ise sodyum (Na), kalsiyum (Ca) ve magnezyum (Mg) dur. Karma balneolojik sular içerdikleri iyonlardan baskın olanlarına göre adlandırıldıklarından 20 milivalin üzerindeki düzeylerde taşıdığı anyon ve katyonlar o suya adını verir.
Bir kaynarca suyunun fiziksel ve kimyasal özelliği bir başkasına, hatta çok yakındaki bir kaynaktan çıkan maden suyunun özelliğine benzemez. Bu nedenle tıbbi tedaviye yardım amacıyla kullanımında özenli olmak gerekir. Öte yandan kaplıca sularının hastalıkların iyileştirilmesine katkıda bulunma ölçüsü hakkında ayrıntılı ve kesin bilimsel açıklama yoktur.
Fiziksel Özellikler
Maden suları fiziksel özellikleri bakımından çok sıcak, sıcak ve soğuk sular olarak sınıflandırılır.
Kimyasal Özellikler
Kimyasal özellikleri bakımından ise bikarbonatlı, sülfatlı, tuzlu, kükürtlü, karbon dioksitli, demirli, arsenikli, iyotlu, karışık ve radyoaktif madensuları vardır.
Türk Edebiyatında Gezi yazıları Hangileridir - Gezi Yazısı örnekleri
Türk edebiyatında yer alan ilk gezi türündeki yazıların temelini, herhangi bir görevle başka ülkelere gönderilen memurların ya da coğrafi keşifler yapmak amacıyla dolaşan gezginlerin yazdıkları teşkil eder.
Türkler tarafından yazılan ilk gezi türündeki yazı, Hoca Gıyasüddin Nakkaş tarafından kaleme alınan “Acaibü’l Letaif” adlı yapıttır. Orijinali Farsça’ da yazılmış olan eserde, Timur’ un oğlu Şahruh’ un (1337-1447) Çin hakanına gönderdiği heyette yer alan yazarın izlenimleri yer almıştır.
Eski Türk edebiyatında bugünkü anlamda gezi türüne girmese de birçok yönüyle ilk örnek sayılabilecek bazı eserler vardır. Piri Reis, “Kitab-ı Bahriye” adlı eserinde Akdeniz kıyı ve limanlarına ilişkin ayrıntılı bilgiler verir. Osmanlı klasik döneminin bilinen tek gezi eseri Seydi Ali Reis’ in “Mirat-ül Memalik” idir. Bu yapıt kaptanı derya olan yazarın, Hint Deniz’ inde fırtınaya yakalanarak gemilerini kaybetmesinden sonra karadan yaptığı yolculuklar sırasında görüp yaşadıklarını yansıtır. Katip Çelebi tarafından yazılan “Cihannüma“, bir coğrafya kitabı olmasına karşın, yer yer gezi türüne yaklaşan bölümleriyle bu alanda yazılmış eserler arasında sayılabilir.
Türk gezi edebiyatının hiç kuşkusuz en önemli eseri Evliya Çelebi’ nin (1611-1685) “Seyahatname” sidir. Evliya Çelebi’ nin sade bir dille kaleme aldığı yapıt, yazarın 1630 yılından başlayarak elli yılı aşkın süre yaptığı gezilerin ürünüdür. On ciltte toplanan eser, Osmanlı İmparatorluğu’ nun 17. yüzyıldaki yaşamını, kentleri, yapıları, etnografyayı, halk inançlarını, söylentileri, kültürü, siyasal ve tarihsel olayları zengin ayrıntılarıyla konu edinir. Bu ciltlerde yazarın Üsküdar’ dan Şam’ a; Mekke’ den Hollanda’ya uzanan geniş bir coğrafyada yaptığı geziler yer almaktadır. Ayrıca, Trabzonlu Mehmet Aşık’ ın “Menazıru’l-Avalim“, Nabi’ nin “Tuhfetetu’l Harameyn” , İzzet Molla’ nın “Mihnet Keşan” adlı eserleri Tanzimat’ tan önceki devrede yazılmış diğer gezi eserlerindendir.
Tanzimat’ tan Cumhuriyet’ e kadar gelen süre içinde edebiyatçılar yaptıkları gezilerin izlenimlerini kitaplaştırmışlardır: Ahmet Mithat Efendi, “Avrupa’ da Bir Cevelan” (1890), Seyyah Mehmet Emin,
“İstanbul’dan Asya-yı Vusta’ya Seyahat” (1878), Ahmet İhsan, “Avrupa’da Neler Gördüm” (1891), Süleyman Şükrü Bey, “Seyahatü-ül Kübra” (1907), Cenap Şahabeddin, “Avrupa Mektupları” (1919) vd.
Cumhuriyet döneminde yazılan gezi yazılarında Ahmet Haşim, Reşat Nuri Güntekin, Falih Rıfkı Atay ve Melih Cevdet Anday gibi isimler ön plana çıkmıştır. Cumhuriyet döneminden günümüze değin yazılan gezi yazılarından bazıları : Reşat Nuri Güntekin, “Anadolu Notları-I“ (1936), Falih Rıfkı Atay, “Deniz Aşırı” (1931), Ahmet Haşim, “Frankfurt Seyahatnamesi” (1933), Fikret Otyam, “Ha Bu Diyar” (1959), Yaşar Kemal, “Bu Diyar Baştan Başa” (1971) …
Dünyada deprem olma riski en az olan yerler nerelerdir?
Depremler Yerküresinin belirli bölgelerinde çok sık ve şiddetli olarak meydana gelmektedir, diğer bazı bölgelerde ise çok az oluşmakta ve duyulamayacak kadar hafif geçmektedir. Araştırmacılar yaptıkları çalışmalar ile bütün dünyada meydana gelen depremlerin episantırlarını 1967 yılında bir harita üzerine geçirmişlerdir (1961-1967 arasındaki 300 bin deprem). Çalışma sonucunda görülmüştür ki depremler, genellikle levha sınırlarını izlemekte ve özellikle iki kuşak üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu kuşaklardan birisi ve en belirgin olanı Pasifik Okyanusunu çevrele¬yen Pasifik Kuşağı; diğeri ise Cebeli-Tarık'tan Endonezya adalarına kadar uza¬nan ve Türkiye ile yakın komşularını içerisine alan Akdeniz - Himalaya Kuşağı’dır
Geçmişte olduğu gibi bu günde Dünyadaki tüm depremlerin % 68'i Pasifik kuşağında, % 21'I Akdeniz - Himalaya kuşağında ve geri kalan % 11'i ise diğer kıtalarda yer almaktadır. Bütün dünyada bir yılda açığa çıkan deprem enerjisinin (1025 erg) % 80'i Pasifik kuşağından yayılır. Yeryüzünde birinci derecede deprem ülkeleri Pasifik çevresinde: Aleut adaları, Kalifornia, Meksika, Şili, Peru; Akdeniz havzasında: İspanya, İtalya, Yugoslavya, Yunanistan, Türkiye, İran; Asya'da: Kafkasya-Himalaya, Pamir Baykal zonları, Endonezya adaları, Filipinler, Japonya, Kamçatka; Kuzey Afrika, İzlanda, Azotlar, Yeni Zelanda ve Hawaii çevresidir. Bu ülkeler aynı zamanda volkanik faaliyetin ve tektonik hareketlerin aktif (diri) olduğu bölgelerdir.
Buna karşın, Sibirya, Kanada, İç Afrika ve Brezilya gibi eski çekirdek masifler üzerinde hemen - hemen hiç bir deprem duyulmaz.
Depremselliği en yüksek olan ülkeler ise Japonya, Batı Meksika, Malezya ve Filipinlerdir. Akdeniz kuşağı ve Kalifoniya (ABD) ikinci sırada yer alırlar.
Kıtalar olduğu gibi, ayrı ayrı ülkelerde de depremsellik bölgelere göre değişik değerler taşır. Bir ülkede bazı bölgeler sık - sık şiddetlice sarsıldıkları halde, diğer bölgeler daha az sayıda ve daha hafif depremlerden etkilenirler. Böylece, kıtalar ve ülkeler depremsellikleri birbirinden farklı bölgelere veya zonlara bölünebilmekte, bu verilerden yararlanılarak deprem bölgeleri veya deprem zonları haritaları yapılmaktadır.
Türkiye ise deprem riski en az olan alanlar Tuz gölü ile Anamur- Silifke arasındaki bölge ve Güneydoğu Anadolu’da Suriye - Irak sınır bölgesidir.
Maden kömürü nasıl oluşur?
Kömürhomojen olmayan kompakt çoğunlukla lignoselülozik bitki parçalarından meydana gelen tabakalaşma gösteren içersinde çoğunlukla C, az miktarda H - O - S ve N elementlerinin bulunduğu ama inorganik (kil, silt, ,z elementleri gibi) Maddelerinde olabildiği, bataklıklarda oluşan, kahverengi ve siyah renk tonlarında olan, yanabilen, katı fosil organik kütlelerdir. Kömürler yakıt hammaddesi oldukları gibi değişik amaçlarda (kok yapımı kimyasal madde üretimi gibi alanlarda) da kullanılırlar.
Kömürler bataklık ortamlarda uygun (nemli ve sıcak iklimin bulunması yeterli organik maddenin ortama gelmesi bataklık suyunun Ph şartlarının 4-5 civarında bulunması, bataklığın malzeme gelimi ile birlikte aşağı doğru çökelmesi, bataklığın zamana bağlı olarak örtülmesi gibi) şartların sağlanması durumunda, bitki parçalarının bozuşması, parçalanması bataklık suyu ile bir jel haline gelmesi bazı kimyasal reaksiyonlar sonucu bu organik malzemenin fiziksel ve kimyasal değişikliklere uğraması sonucu meydana gelirler.
Kömürleri meydana getiren bataklıkların geliştiği ortamlar
Deltalar (en kalın kömür damarlarının oluştuğu ortamlardır Göller (Göl kıyıları kalın kömür damarlarının meydana geldiği uygun bataklık ortamlardır
Lagünler ( Deniz etkisinin olduğu ince kömür damarcıklarını meydana getirirler Akarsu taşma ovaları (İnce kömür damarcıklarını oluştururlar).
Kömürleşme (Coalification) olayı
Çoğunlukla bitkisel maddeler ya da bitki parçaları uygun bataklık ortamlarda birikip çökelir ve jeolojik işlevlerle birlikte yer altına gömülürler. Yerin altında, bu organik kütleler gömüldükten sonra önceleri gömülmenin oluşturduğu basınç şartları daha sonrada ortamın ısısal şartlarından etkilenirler.
Bu etkilenme sonucu bu organik maddenin bünyesinde fiziksel ve kimyasal değişimler meydana gelir. Önceleri turba olarak adlandırılan ve kömürlerin ataları olarak bilinen bu organik maddeler zamanla daha koyu renklere sahip olur ve daha sert yapıya sahip olurlar. Sıcaklık ve basınç şartlarının bu kütlelere etkimesi sonucu, bu ortamdan, sırasıyla önceleri (turbadan-taşkömürü aşamasına kadar) su ve su buharı, karbon dioksit (CO2), oksijen (O2) ve en ileri aşamalarda hidrojen (H2) (antrasit aşamasında) uzaklaşır. Tabii ki bu süreçte ideal şartlar ve ortamın ısısal şartlarının uzun bir dönem içersinde (binlerce yıl) baskın olması ve artması gerekmektedir. yer ısısı her 30 metrede 10 C artmaktadır.
Şüphesiz sıcaklık artışı ideal ve normal şartlar için geçerlidir. BU şartların dışında (volkanik faaliyet, fay hareketleri, radyoaktif elementlerin bulunduğu ortamlarda) yerin ısısı olağan üstü bir şekilde ve normalden çok fazla bir şekilde artmaktadır. Yerin ısısı arttıkça önceleri "turba" olarak adlandırılan ama kömür sayılmayan bu organik madde, önce "linyit" daha sonra "alt bitümlü kömür", sonra "taşkömürü", "antrasit" ve en sonunda şartlar uygun olursa "grafit" e dönüşür. Bu ilerleyen olgunlaşma sürecine "Kömürleşme ("Coalification")" denmekte, her seviyeye de "kömürleşme derecesi" ("Rank")" denmektedir.
Kömürler şüphesiz içlerinde kil silt, kum ve değişik oranlarda inorganik (mineral) madde bulundururlar. Kömürlerin içersinde bulunan bu inorganik maddeler kömürün kalitesini direkt olarak negatif yönde etkilerler. Bir kömürün kalitesi, kullanıldığı alana göre farklı anlamlar içerebilir. Örneğin; kok imalinde en kaliteli kömür, şişebilen, gözenekli hale gelebilen ve dayanıklı olabilen okside olmamış kömürler en iyi kömürlerdir.Yakıt hammaddesi olarak kömürün koklaşması bir anlam ifade etmez, en aranan özellik fazla ısısal niteliğe sahip olmasıdır. Kömürü sıvılaştırma işlemine tabi tuttuğumuzda ise en aranan özelliği uçucu maddesinin fazla olası vs. gelmektedir. Ama tümünde inorganik madde istenen bir bileşen değildir.
Ülkemizin yegane koklaşabilir, taşkömürünü üreten Zonguldak Havzası’nın, ülke sanayisinin emekleme döneminde, ulusal ekonomimize büyük katkıları olmuştur.
Havzamızda yaklaşık 150 yıldan beri madencilik faaliyeti sürdürülmektedir.
.
Gelişmekte olan ekonomimizin yaşadığı darboğazı kolayca aşabilmesi için demir-çelik sanayinin hammadde ihtiyacının yerli kaynaklardan karşılanmasının önemi büyüktür. Ayrıca son yıllarda ülkemizin artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için havzamızda üretilen kömüre olan talep her geçen gün önemli ölçüde artmaktadır.
Havzada üretilen kömüre olan bu talep; geçmişte ülkemizin imparatorluk döneminde, yelkenden buhar enerjisine geçişle başlamış. İmparatorluk dönemi sanayisinin özellikle tersane gibi kuruluşlarının kömüre taleplerinin giderek artması ve bu artan talebin karşılanması için devletin üst kademelerine yazılar yazılmış ve taşkömürü örnekleri gönderilerek arama faaliyetleri özendirilmeye çalışılmış. Arama faaliyetlerine katılan Bahriye Nezareti’nden terhis olan askerlerden gemici Hacı İsmail’in 1822 yılında Ereğli’nin Kestaneci Köyünde bulduğu kara taşlar İstanbul’a getirilmiş ve bu kişi II. Mahmut tarafından takdir edilmiş, ancak üretim konusu ele alınmamış. 7 yıl sonra Bahriye Nezaretinde terhis olan Uzun Mehmet tarafından Kestaneci Köyünün Köseağzı mevkiinde 8 Kasım 1829 tarihinde taşkömürünün yeniden bulunması üzerine üretim konusu ciddi bir şekilde ele alınmıştır.
İlk kömür işletme faaliyetlerine 1848 yılında başlanmış ve bu faaliyetler 1937 yılına kadar muhtelif yerli ve yabancı şirketler tarafından yürütülmüştür. 1937 yılında mevcut ocaklar hükümetçe satın alınarak Etibank’a devredilmiştir. Daha sonra, 1940 yılında, Etibank’a bağlı Mahdut Mesuliyetli Ereğli Kömür İşletmesi (EKİ) kurularak havzadaki kömür işletmeciliği bu kuruluşun yetkisine verilmiştir. EKİ 1957 yılında Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’na (TKİ) bir müessese olarak bağlanmış ve 1983 yılına kadar bu statüde çalışmıştır. 1983 yılında çıkarılan yasa ile EKİ Müessesesi Türkiye Taşkömürü Kurumu adı ile müstakil bir kurum haline dönüştürülmüştür. Türkiye halen koklaşabilir kömür ithalatçısı konumundadır ve muhtemelen taşkömürü ithalatı da artarak devam edecektir
Haritacılık ve Türk haritacılık tarihi
HARİTA; Yeryüzünün bir kısmının veya tamamının belli ölçek ve yöntemlerle küçültülmüş modelinin bir düzlem üzerine tersimi bir diğer deyimle de modern ve gelişmiş bir toplumda yaşayanların, yerin kullanımı ve planlanması için başvurmaları gereken zorunlu bir araçtır denilmektedir. ...
İşte bu zorunluluk insanoğlunun yaratılışından bugüne, insan/toprak ilişkisi ile başlamış, bir yerde insanların toprağa bağımlı olması, toprak üzerinde işleme ve düzenleme çalışmalarına baz olacak ölçme gereksinimi nedeniyle, bu işlevin ana altlığı olan harita ve haritacılık mesleğinin doğmasına neden olmuştur.
Haritacılık çağdaş uygarlık ve bilim modelinin bir ürünü olduğu kadar, onun aynı zamanda kaynakları arasında da yer almaktadır.
Haritacılığın Batıda çağdaş anlamda gelişmesi Rönesans ve Aydınlanma olaylarına bağlanır. Rönesans "Bilim"i dogmalardan ve efsanelerden kurtararak, doğaya dönük, doğayı anlamaya ve öğrenmeye ve ona egemen olmaya yönelik bir sürece girerken, büyük kaşifler de denizaşırı ülkelere uzanan gezilere girmişler ve bu arada Kopernik Astronomisi, Galile Fiziği, bütün bilgi alanlarına olduğu gibi özellikle deniz haritacılığına da yeni ufuklar açmıştır. Buna karşı, haritacıların yapıtları da dünyanın boyutlarını ve uzak ülkelerin imgelerini somut ve anlaşılır biçimde ilgililere sağlamışlar ve böylece çağdaş bilgiler modelinin oluşmasına yardım etmişlerdir.
Dünyada haritacılık başlıca İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ haritacılığı gibi üç aşamadan geçmiştir.
İlkçağ Haritacılığı
İlkçağ haritacılığının uygarlığın bir fonksiyonu olarak M.Ö. 4000 yıllarında başladığı düşünülmektedir. Babil kentinin, bu dönemlerden kalma ve tablet üstüne çizilmiş bir kadastro haritası bulunmuştur. Bugünkü Dicle-Fırat nehirleri arasında kalan ve M.Ö. 3800 yıllarında ilk çağın en ileri uygarlıklarının kurulduğu Mezopotamya'da Fırat Nehrinin akışını gösteren balçık üzerine yapılmış haritalarla, Mısır'da bulunan haritalar, araştırmalara göre ilk haritadır. M.Ö. 3000 yılında ise bilgin Yu-Kong, Çin'in bir haritasını çizmiştir. Bu haritaların yanısıra M.Ö. 1300 yıllarında Mısır'da Hamamat Vadisi'nin doğusunda bir maden ocağını gösteren papirüs üzerine çizilen harita da ilk haritalardandır.
Gayrımenkullerden alınan verginin adil ve hakkaniyet ilkelerine uygun olması için taşınmazın yüzölçüm ve kıymetinin tespitine yönelik mali nitelikli harita ve kadastro çalışmaları da M.Ö. 1878 yıllarında uygulanmaya başlanmıştır.
Yunanlıların harita yapımında daha ileri bir aşamaya geçtikleri M.Ö. 550 yılında Anaxamandros'un oldukça geliştirilmiş haritalar çizdiği görülüyor.
İskenderiye'li Ptolemaios (Batlamyus) M.Ö. II. Yüzyılın ilk yarısında dünyanın yuvarlaklığını hesaba katarak yaptığı haritasında ilk kez konik projeksiyon (izdüşüm düzlemi) sistemini kullanmış, boylam ve enlem dairelerini çizmiştir.
Romalılar harita bilim ve sanatı konusunu belli maksatlara hizmet edici bir araç olarak almışlar ve geniş imparatorluklarının yönetimi için gerekli askeri harekete yardım edecek yol haritaları çizmişlerdir. Bununla birlikte M.Ö. 60 yılında Krates ve M.S. 80 yılında Pompanius Mela tarafından dünya haritaları çizildiği görülüyor.
Ortaçağ Haritacılığı
Ortaçağ haritacılığında, bu dönemin felsefesine uygun olarak efsanelerin ve dogmaların etkisi görülüyor. Bu haritalarda Hıristiyan topografyası ve kozmoponisi yer almaktadır. Avusturyalı rahip Beatus'un 778 tarihini taşıyan haritasında Cennetin katları açıklanmaktadır.
950 yılında ise Coğrafyacı Ebu İshak İstikrari geometrik bir dünya haritası çizmiştir. Türk asıllı Biruni'nin XI. Yüzyılın ilk yarısında çizdiği denizler haritası önemli bir çalışmadır. Kaşgarlı Mahmut'un 1072-1074 yılları arasında yazdığı "Divanü Lügat-üt Türk" adlı eserinde yeralan daire biçimindeki dünya haritası Türk Bilginlerinin yaptığı ilk harita olarak kabul edilmektedir.
Ortaçağın sonuna doğru haritacılık alanında gelişmeler olduğu görülmektedir. İdrisi'nin 1154'de Palermo Kralı için çizdiği dünya haritası verdiği ayrıntılar bakımından gelecek dönemin öncü yapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir. XIV. Yüzyıl Ortaçağ haritacılığına yenilikler getirmiştir. XIV. Yüzyılın Arap coğrafyacısı İbn Verdi ise 1349 tarihli haritasında kıtaları, denizleri ve gerçeğe uymayan biçimde göstermek geleneğini sürdürmektedir.
Yeniçağ Haritacılığı
Yeniçağların başında Rönesans bilim anlayışı haritacılığa yeni ve değişik ivme getirmiştir. Yeni keşifler, yeni kıtaların bulunuşu harita yapımında sağlıklı çizimler için daha uygun ortam yaratmıştır. Osmanlı haritacılığı, İmparatorluğun her alanda gelişmişliğinin doruk noktasına ulaştığı XVI. Yüzyılda ciddi aşamalar göstermiştir. Bu yüzyılın hemen başında Piri Reis'in haritaları Akdeniz Bölgesinde uzun zaman yalnız Osmanlılar için değil, batılı harita çizerleri ve denizciler için de önemli bir kaynak olmuştur. Piri Reis'in C. Colombus'un aslı bulunamayan Amerika haritasından çekilmiş paftası da eserin aslına ışık tutması bakımından önemli olduğu kadar yapım tekniği bakımından da o ölçüde önemlidir
Bu dönemde dikkat çeken özelliklerden biri de harita çizenlerin dünyayı çeşitli biçimlerde gösterme eğilimidir. J. Honter'in haritasında dünya bir yürek biçimindedir. Lafreri'nin haritasında görülen dünye ise iki yarım elma şeklinde çizilmiştir. 1581'de Huntig'in üç kıtayı bir çiçeğin üç taç yaprağı olarak çizdiği görülüyor.
Ülkenin baştan başa bir nirengi ağı ile birleştirilerek haritasının çıkarılması düşüncesini ilk kez Hollandalı Snellius önermiş, fakat uygulaması Fransa'da J.D. Cassini tarafından yapılmıştır. Bu tekniği kullanan Fransızlar 1747-1793, İngilizler 1791-1872 yılları arasında ülkelerinin ayrıntılı haritalarını çıkarmışlardır. İtalyanlar, Avusturyalılar aynı işe 1873 yılında başlamışlardır. Türk haritacılığının gelişmesi ve modernize çalışmaları 1883 yılından sonra yavaş yavaş gelişme göstermiştir.
Modern Türk Haritacılığının başlaması ise 1895 yılında Türk subayları ve Fransız harita uzmanları ile oluşan bu Taksim-i Arazi (Jeodezi) komisyonu baz ve nirengi esaslarına dayalı modern anlamda bir harita yapımına başlamak üzere teşkilatlanmaları nedeniyle 1895 yılı hesaba dayalı Modern Türk Haritacılığının başlangıç noktası olarak kabul edilmiştir.
Modern Türk Haritacılığı konusunda detaylı bilgi için; Modern Türk Haritacılığı'na tıklayınız.
Haritacılık tarihi nin içinde bulunan çalışmalar ve günümüz haritacılığına ışık tutmuş ayrıca günümüzde de kullanılan 3 önemli çalışma vardır. Bunlar;
·
Modern Türk Haritacılığının başlaması ise 1895 yılında Türk subayları ve Fransız harita uzmanları ile oluşan bu Taksim-i Arazi (Jeodezi) komisyonu baz ve nirengi esaslarına dayalı modern anlamda bir harita yapımına başlamak üzere teşkilatlanmaları nedeniyle 1895 yılı hesaba dayalı Modern Türk Haritacılığının başlangıç noktası olarak kabul edilmiştir.
2000'li yıllara geldiğimiz bu günlerde tarihin akışı içerisinde haritacılık, teknolojik gelişmeler doğrultusunda, elektronik ve bilgisayarlardaki ve yapma uydulardaki gelişmelere paralel olarak, elektronik ölçerler, kayıt üniteleri, sayısallaştırıcılar ve otomatik çizicilerdeki yenilikler kullanılmak suretiyle; mekanik ve çizgi haritacılığından sayısal ve bilgi haritacılığına başka deyişle modern haritacılığa geçişi sağlamıştır. Son yıllarda coğrafi ve kent bilgi verilerinin belli bir teknikle bilgisayar sistemine depolanması, işlenmesi, yönetimi, analizi ve sonuçlarının , görüntüsel ve çizgisel olarak çıktılarının alınıp böylece grafik bilgilerle sözel bilgilerin bilgisayar ortamında entegrasyonu sonucunda CBG/KBS (Coğrafi/Kent Bilgi Sistemi) oluşturulmuştur. Böylece toplumun gereksinimi olan ve sektörümüzden istediği verilere çok yönlü hızlı ve sağlıklı olarak sonuca ulaşma noktasına gelinmiştir.
Ayrıca; Uzaya fırlatılan yapay uydulardan yararlanılarak elde edilen Konum Belirleme Sistemi (Global Posıtıon System) GPS ölçümleri harita sektöründe yeni bir çığır açmış ve giderek yaygınlaşmış olup bizlerin ana dayanağı olan koordinat verisini en hızlı ve doğru olarak bizlere sunmuştur.
Uzay çağı, 1980 yıllar sonrasında uzaya gönderilen Landsat ve SPOT uydularından elde edilen görüntülerin değerlendirilmesi suretiyle 123 yıl sonra bugün fotogrametri ve uzaktan algılama ve yöntemlerindeki hızlı gelişim, elektronik, bilgisayarlar ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler ve sağladığı olanaklar sektörümüze yeni boyutlar kazandırmıştır. Bilhassa büyük ölçüde ihtiyaç duyulan orta ölçekli (1:50000-1:100000) harita üretimine önemli olanaklar sağlamış, 1:50000 ölçekli topoğrafik haritaların revizyonunda SPOT stereo görüntüleri başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Şu anda uydulardan elde edilen stereo görüntülerin ayırma gücü 5-10 m olduğu, uzaya atılacak yeni peyklerle 1 m ayırma gücüne ulaşacağı hedeflenmekte. Bu da 1:25000 ölçekli topoğrafik harita üretimi ve revizyonuna yeni boyut kazandıracaktır. Bu nedenle uzaktan algılama metodlarındaki baş döndürücü gelişmeleri ve sağladığı yararları (Harita, yeryüzü doğal kaynaklarının araştırılması, çevre kirliliği, orman, coğrafi bilgiler, hatta yakın gelecekte projelendirme çalışmaları vs.) toplumumuza yansıtmanın yolunun bu teknolojiye sahip olmak ve uygulanmaktan geçtiğine bir yerde Dünyanın globelleşmesi sonucu haritacılığı da gelişmeler dışında tutamayacağımız sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
İnternetten Yararlanılarak Derlenmiştir.
Türkler tarafından yapıldığı bilenen en eski harita Kaşgarlı Mahmutun çizdiği dünya haritasıdır. Dilbilimci Kaşgarlı Mahmut bu haritayı Türkçenin değişik şivelerle konuşulduğu Dünyadaki bölgeleri göstermek için çizmiş ve
Divan-i Lügat it Türk adlı kitabına eklemiştir. Bu harita Orta Asyanın büyük bir kısmını Çin ve Kuzey Afrikayı içermektedir. Batıda ise Volga nehrini fazla geçmemektedir. Dünya''nın tepsi gibi düz ve yuvarlak olduğu kabul edilen bu dünya haritası, çeşitli ülkelerin birbirlerine göre konumu belirtilmiş olan bir kroki görünümündedir. O zamanki başkent Balasagun ise haritanın merkezindedir. Haritanın yazılara göre olan üst tarafı, Güneşin doğduğu doğu yönü seçilmiştir. 15. yy başlarından 16.yy sonlarına kadar özellikle Osmanlı Türkleri askeri alanda olduğu kadar diğer alanlarda da altın çağlarını yaşamışlar, yenilikleri izleme ve üretme çabası içerisinde olmuşlardır. 16.yy da Osmanlı İmparatorluğu, Akdeniz havzasının büyük bir kısmına sahip, Karadenizi bir iç deniz haline getirmiş, güneyde Arabistan yarımadası ortalarından Kuzey Afrikaya kadar, kuzeyde Kırımdan batıda Viyana önleri ve doğuda Hazar Denizine kadar uzana büyük bir alana sahiptir [6]. Fatih Sultan Mehmet ile başlayan coğrafyaya yönelik ilgi yaklaşık 150 yıl sürmüş ve denizciler haritalar üretmeye başlamıştır. 15. ve 16. yy arasında Türkler tarafından üretilmiş haritalar:
- İbrahim Katibi Akdeniz Portolonu(1413)
- Mürsiyeli İbrahim Akdeniz Portolonu (1461)
- Piri Reis Atlantik Haritası (1513), Kitab-ı Bahriye (1521-1525), Kuzey Atlantik Haritası (1528)
- Hacı Ebul Hasan Avrupa-Afrika Haritası (1552)
- Ali Macar Reis Atlası (1567)
- Anonim Atlas (16. yyın ikinci yarısı)
Portolon Harita, 14. ve 17. yy arasında daha çok Akdeniz Havzasına ait deniz navigasyonu için çizilmiş, üzerinde pafta ağı görünümünde pusula doğrultuları çizgilerle belirtilmiş haritalardır.
İbrahim Katibi Akdeniz Portolonu: Akdeniz kıyıları ve Akdeniz adaları oldukça iyi çizilmiştir. Özellikle Britanya Adalarında ve Batı Avrupa kıyılarında diğer kesimlerdeki doğruluğa ulaşılamamıştır, fakat bu haritanın sahip olduğu genel doğruluk ve bilgi zenginliği bu haritayı önemli kılmaktadır.
Mürsiyeli İbrahim Akdeniz Portolonu: Akdeniz, Ege ve Karadenizin tamamı ile Batı Avrupa kıyılarını ve İngiliz Adalarını içermekte, kıyı biçimleri bakımından oldukça doğru bir haritadır.
Piri Reis Haritaları: Türk Amirali Piri Reis (1470-1554), Osmanlı Donanması amirallerinden Kemal Reisin kardeşinin oğludur. Piri, amcası ile birlikte bir dizi deniz savaşına katılmış, deniz navigasyonunun vazgeçilmez aracı olan haritalar ve haritacılık ile ilgilenmiştir. Piri Reisin bugüne ulaşmış üç adet eseri bilinmektedir. 1923 yılından sonra başlayan yeniliklere paralel olarak müzecilik alanında da atılımlar başlamıştır. Topkapı Sarayının düzenlenmesi sırasında Milli Müzeler Müdürü Halil Erdemin bulduğu bir Atlantik Haritası Alman bilimci Paul Kahle tarafından incelenmiştir. Kahle tarafından yapılan araştırmalar ile harita bilim dünyasına tanıtılmış, bu çerçevede Türk tarihçileri Afet İnan ve İbrahim Hakkı Konyalı da özellikle haritanın nasıl üretildiği konusunda araştırmalar yapmışlardır. Daha sonraki yıllarda haritaya olan ilgi giderek artmış, yabancı bilim adamları harita ile ilgilenmiş, Piri Reis adına sempozyumlar düzenlenmiş, Erik Von Danikenin Tanrıların Arabaları isimli kitabındaki iddialar ile harita tüm dünya kamuoyuna mal edilmiştir. Araştırmacılar 1513 tarihli Atlantik Haritası ve Kuzey Atlantik Haritasının Piri Reisin çoğu parçaları kaybolan Dünya Haritasının birer parçası olduklarına inanmaktadırlar. İTÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Başkanı ve Kartografya Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Doğan UÇARın da yaptığı çalışmalar neticesindeki sonuçlar da bu doğrultudadır. 21 parçadan meydana gelen bu haritanın 65x90 cmlik bir paftası Topkapı müzesindedir. Colombusun 1489 tarihli bir haritasından da yararlandığını haritasının üzerine yazan Piri Reis''in bu tarihte Amerika içlerini ve güney kutbundaki dağları da gösteren bu haritayı nasıl yaptığı bilim adamlarınca merak konusu olmuştur. Ayrıca "Hadikat''ül Bahriye", "Netayic''ül-Efkar fi Cezayir''ül Bihar", Bilad''ül- Aminat ve harita yapımıyla ilgili "Eşkalname" (o zamanlar haritaya eşkal deniliyordu) adında bir bilim kitabı ile 1528 tarihini taşıyan "Hint Denizi Haritası" gibi yapıtları İstanbul Deniz Müzesindedir. Piri Reis Hürmüz kalesi kuşatmasında uğradığı bir iftira sebebi ile 1554 de idam edilmiştir.
Piri Reisin harita çizme merakı artarak devam etmiş, Akdeniz ve Ege Denizi limanlarına ve adalarına ilişkin tuttuğu krokileri kullanarak Osmanlı donanmasının hakim olduğu denizlere ait "Kitabı Bahriye" isimli eserinde çeşitli liman, koy, körfez, kıyı, kale vb. yerlere ait haritalar ile bu denizlerdeki gemiciliğe ait akıntılar, sığ yerler, tehlikeli kayalık yerlere ait bilgileri de vermiştir
ESKİ TÜRKLERDE VE OSMANLILARDA HARİTACILIK
1076 yılında KAŞGARLI MAHMUD (El Kaşgari) "Divanü-Lügat-it-Türk" (Türkçe sözlük) isimli bir yapıtında bir dünya haritası çizmiştir. Bu harita Orta Asyanın büyük bir kısmını Çin ve Kuzey Afrikayı içermektedir. Batıda ise Volga nehrini fazla geçmemektedir. Dünya''nın tepsi gibi düz ve yuvarlak olduğu kabul edilen bu dünya haritası, çeşitli ülkelerin birbirlerine göre konumu belirtilmiş bir kroki görünümündedir. O zamanki başkent Balasagun ise haritanın merkezindedir56) Haritanın yazılara göre üst tarafı Güneşin doğduğu yön olan doğu seçilmişti (şekil -2.5 ve 2.6).
Karadeniz ve Marmaranın 1400 yıllarında bile Venedikliler ve Cenevizliler tarafından elle yapılmış haritaları vardır. 1416 da İbrahim KATİBİ bir harita çizmiştir.
1456 da Trablusgarplı İBRAHİM MÜRSEL (Mürsiyeli İbrahim) bir Türk denizcisi olarak Akdeniz haritası çizdi. 1460 yılında ise Güney Avrupa haritası yapmıştır.
EL İSTAHRİ (Ebu İshak İbrahim bin Muhammed el Farisi el İstahri) (15. yüzyıl), "Kitab al masalik val mamalik" (Masallar ve Ülkeler) isimli yapıtında dünyanın çeşitli yerlerine ait 20 harita vardır. Bu kitap yaklaşık 1460 yıllarında Karakoyunlu Türkmen imparatorluğu Şehzadesi Pir Budak zamanında yazılmıştır (şekil-2.7 ve 2.8).
Türk Amiralı PİRİ REİS (1470-1554) Osmanlı donanmasının hakim olduğu denizlere ait "Kitabı Bahriye" adında 1483 de yazdığı kitapta çeşitli liman, koy, körfez, kıyı, kale vb yerlere ait haritalarla bu denizlerdeki gemiciliğe ait akıntılar, sığyerler, tehlikeli kayalık yerlere ait bilgileri de vermiştir (şekil-2.9). 1513 yılında Piri Reis Gelibolu''da ceylan derisi üzerine bir dünya haritası çizmiştir. 21 parçadan meydana gelen bu haritanın 65x90 cm lik bir paftası Topkapı müzesindedir. Colombusun 1489 tarihli bir haritasından da yararlandığını söyleyen Piri Reis''in bu tarihte Amerika''nın içerlerini ve güney kutbundaki dağları da gösteren bu haritayı nasıl yaptığı bilim adamlarınca merak
Şekil-2.5: Kaşgarlı Mahmudun Dünya haritası (1076) (Ülkütaşır)
Şekil-2.6:Kaşgarlı Mahmud''un Dünya haritası çevirisi
Şekil -2.7 İstahri''nin Dünya haritası
Şekil-2.8 İstahri''nin Dünya haritası -Çeviri-
konusu olmuştur. Bu haritayı 1517 yılında Mısır''da Yavuz Sultan Selim''e takdim etmiştir. Bu harita 1929 yılında Topkapı müzesinin eski eserler müzesi haline getirildiği sırada Milli müzeler müdürü Halil ELDEM tarafından bulunmuş ve Alman doğu bilimleri uzmanı KAHLE ile birlikte incelenmiştir (şekil-2.10). Ayrıca "Hadikat''ül Bahriye", "Netayic''ül-Efkar fi Cezayir''ül Bihar", Bilad''ül- Aminat ve harita yapımıyla ilgili"Eşkalname"(o zamanlar haritaya eşkal deniliyordu) adında bir bilim kitabı ile 1528 tarihini taşıyan "Hind Denizi Haritası" gibi yapıtları Deniz Müzesindedir. Piri Reis Hürmüz kalesinin kuşatılmasında uğradığı iftira yüzünden 1554 de katledildi. 57)
MATRAKÇI NASUH (Ölümü 1533) haritacı anlayışı minyatüre uygulayan ilk ressamdır. Sopa veya demirci çekici ile yapılan ve bir çeşit harp oyunu olan matrak (Mitrak) oyunu mucididir. Menazil (Hedefler) isimli yapıtında 16. yüzyılda yapılmış Anadolu atlası vardır."Umdet''ül-Hisab" (Hesabın ilkeleri) isminde bir yapıtı (1517) ve "Beyan-menazil-i sefer-i Irakeyn" ismindeki kitabında Kanuni''nin 1534 de Irak seferine katılarak İstanbul-Tebriz-Bağdat-Tebriz-Diyarbakır-Halep-İstanbul geçkisi üzerinde fethedilen yerleri, kaleleri isim ve güzel haritalarla anlatır 58)-63)
Kanuni Sultan Süleyman saltanatı sıralarında devlet hizmetine giren Sinop''lu bir aileye mensup sonradan Amiral olan SEYDİ ALİ REİS, (? -1563) deniz astronomisini ve deniz coğrafyasını çok iyi bilen bir bilgindi. Piri Reis''in donanmasını Basra''dan Süveyş''e getirme görevi verildi 64). Ancak bazı nedenlerden dolayı dört yıllık (1553-57) uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra Edirne''ye dönebilmiştir. Bu seyahatı Bursa-Konya-
Kayseri-Halep-Urfa-Musul-Bağdat-Basra-Hürmüz Boğazı -Ahmadabad-Delhi -Lahor-Kabil-Semerkand- Buhara- Farab -Merv- Tus -Nişabür -Bağdat- Musul- Mardin- Diyarbakır- Sıvas-Ankara-İstanbul-Edirne geçkisini izleyerek Arapça ve Farsçadan yaptığı derlemelerle "Miratül Memalik" (Ülkelerin aynası) adlı yapıtı yazmıştır 65). Bu kitap 1815 de Almancaya, 1826 da Fransızcaya, 1899 da İngilizceye, 1963 de Rusçaya çevrilmiştir. 1554 de Ahmedabad''ta yazdığı "Mohit" (Okyanus) çeşitli batı dillerine çevrilmiştir66). 10 bölümlük bu kitapta yön bulma, azimut ve yıldızların yüksekliklerinin hesabı, zaman hesabı, takvim, güneş ve Ay''a bağlı tanımlanan yıllar, denizcilikte önemli bazı yıldızların doğmaları, batmaları ve adları, ünlü limanlarla adaların enlemleri, astronomiye ait bilgiler ve bazı limanların arasındaki uzaklıklar, Hind Okyanusundaki adalar, kıyılar, rüzgarlar, ünlü limanlar ve topografik coğrafya konularını içermektedir. Bir başka yapıtı "Mirat-ül Kainat (Kainatın aynası)67) kitabı da Farsça ve Arapça bir çok kitaplardan derlenmiş olup bir çok astronomi aletinin tanımı ve kullanılışı, güneşin yüksekliği, yıldızların konumu, kıble, öğle zamanı saptanması, nehir genişliği saptanması, rubu tahtası ve usturlab''ın yapım ve kullanılışı konularını içermektedir.
1549 da Halep''te Ali Kuşçu''nun astronomi ile ilgili Fethiye yapıtının Türkçesine bazı ilaveler koyarak "Hülaset''el-Haya" ismini vermiştir 68). Seydi Ali Reis yerin yuvarlak olduğunu, dağların yüksekliğinin yerin yuvarlaklığını bozmayacağını söylemiş ve yer yarıçapının 1545 fersah olduğunu yazmış, ağır cisimlerin yerin merkezine doğru düştüklerini eklemiştir. Ancak yerin günlük hareketini kabul etmediğini göstermek için de o zamana kadar ileri sürülen kanıtları açıklamıştır 68a)
Osmanlı korsan reislerinden olan ve daha sonra Osmanlı donanması hassa reisleri arasına katılan ALİ MACAR REİS tarafından 1567 de dokuz ceylan derisi üzerine çizilen 31x43 cm boyutlu yedi haritadan oluşan ve Topkapı müzesinde bulunan bir atlasta bulunan haritalar sıra ile:
1. Azak denizi, Karadeniz ve Marmara sahil kent ve limanlar
2. Akdeniz, Eğe denizi, Mora yarım adası, Adriyatik sahilleri, Anadolu''nun bazı sahil kentleri
3. Akdeniz, İtalya, Adriyatik sahilleri, Kuzey Afrika
4. Batı Akdeniz, İberik yarımadası, Gaskonya körfezi, Kuzey Afrika
5. İngiltere, İskoçya, Almanya sahilleri
6. İstanbul Boğazı, Girit adası bir kısmı, Ege denizi, Adriyatik sahilleri
7. Dünya haritası (Avusturalya yok)
haritaları vardır. Ali Macar Reis''in yapıtları 1935 de cumhuriyetin kültür yayınlarından biri olarak basılmıştır 69).
Büyük Türk gezgincilerinden MEHMET AŞIK (1555-?) 21 yaşında geziye çıkarak 25 yıl içinde bir çok ülke gezmiş ve gezi notları 1595 de "Menazır-ül Avalim" (Dünyanın görünümü) adıyla basılmıştır. 1590 da Menemenli MEHMET REİS''in çizdiği bir Akdeniz haritası Venedik''te Correr müzesindedir. Benzer şekilde 16. yüzyılda Tunus''lu Hacı Ahmed''in Dünya haritası Venedik''te San Marco kütüphanesindedir.
Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen ve tarih, coğrafya, bibliyografya ve toplum bilimi alanlarında 27 yapıtı bulunan KATİP ÇELEBİ (1609-1657) Girit seferi dolayısı ile (1645-46) haritaların nasıl yapıldığını öğrendi. En önemli yapıtı "Cihannüma" (Dünyayı gösteren) coğrafya alanında doğu görüşten batı görüşe geçişte bir dönüm noktasıdır. Beş haritalı, 75 sayfa olan ve 1648 de yazılmağa başlanan bu kitapta Dünyanın yuvarlaklığı üstüne kanıtlar verildikten sonra Japonya''dan Erzurum ve Irak''a kadar ülkelerin coğrafyasını, kısa tarihini, bitki ve hayvanlar alemini anlatmaktadır. "Keşf-üz-Zunun" (sanıların keşfi) isimli kitabı da ünlüdür. 1727 de basımevinin icadından hemen sonra 1732 de basılan bu kitap çeşitli dillere çevrilmiştir. Katip Çelebinin bundan başka "Kozmoğrafya" adında bir kitabı daha vardır. İstanbul''da ilk defa pusula sapmasını belirlemiştir 70).
17. yüzyılda İstanbul''da 8 dükkanda 15 kişi haritacılık yapmaktaydı. Bunlar birkaç dili özellikle Latinceyi çok iyi bildikleri için yazarların kitaplarını okuyarak yeryüzü şekillerini çizmekteydiler. Ayrıca pusula yapılan 10 dükkanda da 45 kişi, kum saati yapılan 15 dükkanda 45 kişi çalışmaktaydı.
17. Yüzyılın en büyük gezgin ve yazarlarından biri olan EVLİYA ÇELEBİ (1611-1682) Osmanlı ülkesinin içinde ve dışında 50 yıl geziler yaparak ve 22 savaşa katılarak bunları 6000 sayfada 10 cilt halinde yazmıştır. 1.Cilt İstanbul''a ait olup diğer 9 ciltte Anadolu, Trakya, Yunanistan, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Ege ve Akdeniz adalarından bir kısmı, Kırım, Bağdat, Musul, Suriye, Filistin, Mısır, Mekke, Medine, Kafkasya, Macaristan, Batı İran, Azerbaycan, Sudan, Habeşistan, Güney Rusya, Lehistan, Avusturya, Güney Almanya, Hollanda, Danimarka, İsveç ülkeleri yer almıştır. Bazı abartmaları, yapmış olduğunu iddia ettiği bazı gezilerine gölge düşürmüştür.
1683 de Alain MALLET İstanbul planı yaptı.
Bilimsel kitapların yayılması ilk basımevinin 1727 de İBRAHİM MÜTEFERRİKA (1674-1745) tarafından kurulması ile başladı 71). İbrahim Müteferrika''nın ilk bastığı kitap 1729 da Sahhahi Cevheri''nin çevirisi olan "Vankolu sözlüğü"dür. Tanzimatın ilanından önce (1839) basılı kitaplar daha çok askeri konular iken bu tarihten sonraki sivil ve sosyal amaçlı olup tıp ve matematik kitapları artmış, coğrafya, astronomi ve askerlik sanatı konusundaki kitaplar azalmıştır 72). Burada İslam dini ile ilgili eserlerin Kur''an. hadis, fıkıh, tefsir, kelam konularını kapsayan kitapların basılması yasaklandı. 18. yüzyılın başında Şeyhülislam İshakzade Esat ef. verdiği fetva ile kitapların yasaklanmasını amaçlayan geniş bir direnişe geçildi. Aşırı şeriatçı şeyhülislamlar yalnız deney bilimlerine değil, tasavvuf ve felsefeye de karşı çıktılar. 1727 de basımevinin kurulmasından sonra kaleme alındığı bilinen ilk Türkçe fen yayını mühendishane hocalarından İshak ef. nin 4 ciltlik yapıtı "Mecmua-ı ulum-i riyazieye" (1831-34) dür. Bu yapıtın 2. baskısı 1841-45 de Kahire''de yapılmıştır.
1730 da Johann Babtist HOMANN (1664-1724), İstanbul Boğazının yanlış çizilmiş haritasını yaptı.
Osmanlı İmparatorluğu''nun büyük bir alana yayılması, Avrupa ile doğrudan coğrafi ilişki, Osmanlıların Avrupa''daki gelişmeleri izlemesine olanak sağlıyordu. Diğer taraftan diplomatlar, seyyahlar, tüccarlardenizciler, göçmenler, Avrupa''daki dini baskıdan kaçan Musevi ve Hiristiyanlar ile de bu ilişki sağlanıyordu.
Türk Haritacılık Tarihi
Biyografiler
ABDURRAHMAN EF.
19. yüzyıl başlarında Üsküdar'da kurulan Darüt-tabaatil-amire (Matbaayı Amire) adını taşıyan basımevi müdürüdür. 1803 de bir atlası basılmıştır. III. Selim zamanında Mühendishane-i Berri-i Hümayün de geometri öğretmenliği yapmıştır. Bu yüzden müderris lakabı vardır.
ABDURRAHMAN SOFİ
D.:884 Rey
Ö.:976 Bağdat
Türk astronomu
Asıl adı Abdurahman bin Ömer Mehmed bin Sehl el Sufi el Horasanidir. Küçük yaşta astronomiye merak sardı. 965 de gökyüzü haritası ve burçlarını gayet ustalıkla çizdi. Çıplak gözle Küçük Ayı'da bir yıldızın (eta ursa minoris) parlaklığını (kadir) 4.75 olarak saptamıştır. Bazı yıldızların çift yıldız olduğunu ilk saptayan astronomdur. "Feleknüma" (Gök bilimi) isimli bir yapıtı var. Ayrıca "Yıldızların görünüşleri" isimli astronomi ile ilgili bir kitabı Petersburg (Leningrad) kitaplığında olup 1665 de bir İngiliz tarafından yayınlanmış ve 1875 de Fransızcaya çevrilmiştir. 5000 den fazla yıldızın parlaklık derecelerini yazmıştır. Adududdevle'nin Isfahan sarayında çalışmıştır. "Suverül-Kevakip" adlı kitabının bir nüshası Merzifon'da bulunmuştur.
Kaynak:Harita Dergisi No 5, 1934; Harita Dergisi No 30, 1941; AYGÜN,A.:Türk Haritacılık Tarihi, cilt I, s.38
AÇLAR, Ahmet
D.:15.02.1936 Osmanelı-Bilecik
1943-1951 de Bilecik'te İlk ve Orta Okulu, 1951-54 de Ankara Tapu ve Kadastro Lisesini bitirdi. 1957 ye kadar Çorlu Kadastro Md. de ve askerlik görevi sonrası Bilecik Tapulama Md. de çalıştı. 1960-64 de YTÜ de Harita Müh., 1965 de Y.Müh. ünvanı aldı. 1965 de YTÜ de asistan oldu ve 1967 de İnşaat Müh. ünvanını da aldı. 1970-1975 arasında Bonn Üniversitesi Şehircilik Enstitüsünde çalışarak 1975 de de doktora (Gassner) yaptı. Aynı yıl YTÜ ne dönerek görevine devam etti, 1977 de Doç., 1989 da Prof. oldu. Kitab ve makaleleri vardır. Dekan yardımcılığı yaptı (1978-80). Ülkemizde ilk kez bir kent bütününde imar uygulamasını bitirdi (Çerkezköy 1980-85).
Kaynak: Mesleğimizde 30. yılını dolduranların özgeçmişleri, Har. Kad. Müh. Odası Ankara 1994
ADAKLI, Zülfü
D.: ?
Ö.:09.10.1973 Ankara
Harita subayı (1940-5)
1940 da Harb Okulunu, 1942/43 de HGM de Harita Okulunu bitirdi. 1950 li yılların sonunda TKGM Arazi Kadastrosu ve Fotogrametri dairesinde Uçuş Şube müdürlüğü yaptı.
AKÇA, Alpaslan
İÜ Orman fakültesinden mezun oldu. 1970 de Freiburg (Almanya) da doktora (Hildebrandt) yaptı, 1975 de Doç. oldu. Bir süre İÜ Orman Fakültesinde Geodezi kürsüsünde çalıştıktan sonra Almanya'ya yerleşti.
AKDAĞ, Erdal
D.: 1934 Merzifon
1957 yılında YTÜ’den mezun oldu. Mezuniyetini takip eden yıllarda Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünde ve İmar İskan Bakanlığında Mesken Genel Müdürlüğü daire başkanı olarak çalıştı.1980 li yılların başında Emekli olarak serbest hayata atıldı.
AKIN, Yüksel
D.:1934 Maçka/Trabzon
İlk ve Orta öğrenimini Trabzon'da tamamladı, YTÜ'den 1959 de Harita Müh. olarak mezun oldu. Aynı yıl TKGM de görev aldı. Çeşitli birimlerde çalışarak 1978 de Gn. Md. yardımcısı ve son olarak da 1991 de Genel Müdür oldu. 38 yıl bu kurumda çalışarak 1997 de emekliye ayrıldı.
Kaynak: Mesleğimizde 30. yılını dolduranların özgeçmişleri, Har. Kad. Müh. Odası Ankara 1989; HKMO Harita Bülteni, sayı 8, 1991, sayı 38, 1998; HKMO İstanbul Bülteni, sayı 11, 1991
AKSOY, Ahmet
D.:20.12.1932 Niksar/Tokat
1940-48 arasında Niksar'da İlk ve Ortaokuldan sonra 1948-51 arasında Ankara'da Kadastro Meslek lisesini bitirdi ve 1951-1955 arasında YTÜ'de Jeodezi ve Fotogrametri öğrenimi yaptı. Bonn/Almanya'da eğitimini tamamlayarak 1957 de Y.Müh. ve 1960 da doktora (Meurers) yaptı. Yurda dönüşten sonra Askerliğini HGK da yaptı 1963 den itibaren YTÜ de bir süre çalıştı ve İTÜ ye geçti. 1967 de Doç., 1974 de Prof. oldu. HAKAR projesinde görev aldı. İstanbul nirengisinde danışmanlık yaptı, Harita Y.Teknik Okulunda ders verdi. Bir dönem Türkiye Ulusal Jeodezi Jeofizik Birliği Genel Kurul Başkanlığı, HKMO yönetim kurulu üyeliği ve İstanbul Şubesi başkanlığı yaptı Çok sayıda kitap ve makaleleri vardır. 1991 deki III. Kurultay Başkanlığını yapmıştır. 1999 sonunda İTÜ’den emekli oldu.
AKYOL, Nihat
D.:1947 Trabzon
İlk ve Orta öğrenimini Trabzon'da yaptı. 1968-73 arasında KTÜ Jeodezi Bölümünden Y.Müh olarak mezun oldu. 1974 de asistan, 1983 de doktora.(Özbenli), 1986 da Yard. Doç., 1988-94 arasında bölüm başkan yardımcılığı yaptı. 1995 de Doç. oldu.
AKYÜZ (Pirselimoğlu), Feyza
D.:1952 İstanbul
İlk ve Orta öğrenimini Trabzon'da yaptı. 1969-74 arasında KTÜ Jeodezi Bölümünü Y.Müh. olarak bitirdi. 1974-76 da Ankara DMMA da asistan, 1976-81 de MTA da çalıştı. 1981 de İÜ Orman Fak. de asistan, 1983 de KTÜ de doktora (Şerbetçi) yaptı. 1991 de Doç.,ve 1997 de Prof. oldu. Mesleğimizde ilk bayan Profesördür. Halen İÜ Orman Fakültesinde Geodezi Anabilim dalında çalışmaktadır.
ALGÜL, Emirhan
D.:1943 Ankara
İlk ve Orta öğrenimi Ankara'da yaptı. 1960-63 de DSİ de Teknik Hesapçı ve Topograf olarak çalıştı. 1967 de Yıldız T. Üniv. de Harita Müh., 1968 de Y.Müh. oldu. 1968-71 yılları arasında DSİ Genel Müdürlüğünde Hidrografik ve Fotogrametrik çalışmalar yaptı. Almanya'da staj, İsviçre'de Yersel Fotogrametri eğitimi gördü. 1971 de İTÜ ye asistan, 1971-73 de askerlik, 1977 de doktora. (Özgen), 1982 de Doç., 1989 da İTÜ de Prof. oldu. 1987 de bir dönem Bölüm Bşk. Yardımcılığı yaptı.
Kaynak: Mesleğimizde 30. yılını dolduranların özgeçmişleri, Har. Kad. Müh. Odası Ankara 1997